Söze yazı ile yazmak ile nasıl tanıştığımı anlatarak başlayayım… Ben yazıyla çocukluk yılları diye adlandırdığımız yıllarda ortaokulda tanıştım. Hem okurdum hem günlük yazardım. O zamanlar yazma isteğimin gün geçtikçe bu kadar nüksedeceğini ve bugünlere geleceğini tahmin dahi edemezdim. Çölde susuz kalıp bulduğun suyla ışıl ışıl olan gözlerin ve içtiğinde aldığın hazzı ben bu hazzı yazıda buldum desem inanın abartmış olmam. Yazmak ruhu özgür bırakmaktır, ruhun gıdası yazmaktır bence. Hani insanın içinde hiç yaşama sevincinin olmadığı anlar olur, iliklerine kadar ilgisizlikten üşür bir limana sığınmak ister. O anlarda benim limanım yazmaktır deyip yazının gölgesine atıyorum kendimi. Hele hele yalnızlığın bir nimet olduğunu anladığımdan beri yazıyla olan muhabbetimiz iyice koyulaştı. Kaleme yaşadıklarımı anlattım ve sayfaları bohem bir karaya boyadım , içini karartım ama o her yeni sayfada bembeyaz bir hayat sundu bana ve o an anladım ben nasıl karalarsam bu sayfaları öyle olacak diye. İşte bundandır dostlar siyaha aşık beyaza hayranlığım.
Hangisine gönül bağlasam diğerinin boynu bükük kalıyordu fikrimce. Ve ben dostluğu, sadık olmayı yazı da buldum insanda olmayan güveni yazmakta buldum. Yeri gelince bir satır bazen de sayfa sayfa anlattım ama o yargılamadı usul usul dinledi. Aramızdaki bağ iki farklı cihanda vücut bulmuş hali. Sizlere çok inandırıcı gelmiyordur yada fazla romantik gelebilir belki anlattıklarım ama daha anlatacaklarım bitmedi bunlar mübalağa değil üniversiteli bir gencin dilinden sonsuzluğa karışan hakikatler. Hani herkes der ya kalbimde kelebekler uçuyor aşık oluyorum diye,
benim kalbimde uçuşan kelebekler yazma aşkındandı. Evet her mahlukun kalbine dokunan nota farklıdır çünkü herkes aynı anda aynı duyguyu taşımaz öyle olsaydı sanat olur muydu hiç? Ve ben artık anlamıştım rotamı hangi yöne çevirirsem tozlu raflar, sarı yapraklar, kitap kokusu peşimi bırakmayacağını bana eşlik edeceklerini. Benle gülüp benle ağlıyordu her satırında kendi kurduğum dünyanın izleri vardı ve bende geleceğimi onlarla inşa ettim. Vitrinde biriktirdiğim gözyaşlarım vardı, geleceğim, hayallerim, sevincim ve nicesi vardı. Şimdi siz söyleyin nasıl vazgeçerim bundan. Yazı sayesinde kendimi karşımda oturtup hesap sordum ve hayatta bağladım ve bunun insanlık için küçük benim için ise hiç şüphesiz büyük bir adım olduğunu söyleyebilirim sizlere. “Çok ütopik…!” Doğru Ütopik bir dünyaydı benim kurduğum ama şimdi hayatım oluyor o kurduğum ütopik dünya. Her tuğlasında bir çırpınmanın hikayesi var. Şaşırdığınızı görür gibiyim. Anlatayım: bana mücadeleyi aşıladı, umut biriktirdi şimdi diyeceksiniz ki ellerinin arasındaki küçük bir nesne nasıl yapar bunu? Evet haklısın ama unutmayı ki ona ne söylerseniz onu yapar ve sizi inandırır. Ve bende inandım kimsenin sevmediği şeyleri sevdim onların gözlerine mil çekilmişçesine görmezden gelmelerine rağmen onların bakmadıklarında buldum kendimi. Nefretim ile düşman oldum, gelecekle oturup barışı imzaladım. Gülüyorsunuz biliyorum ama bilin ki bunlar mübalağa değil. Mazinin topraklarında küçük bir çocuğun sayfalara sığınmış dünyası 🙂
Misafir yazar Saadet Ademoğlu’nun kaleminden